Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi
Son zamanlarda Yunus Emre’nin bu muhteşem dizeleri daha sık geliyor aklıma. Her ne kadar tüm olanaklarımızı kullanarak süresini uzatmaya çalışsak da ömür denilen kısıtlı bir zaman diliminde yaşamaya mahkumuz. Bu farkındalık ile kimilerimiz, yaşam denilen bu yolculuğun bir şekilde sonlanacak olması nedeniyle anlamsız olduğunu kabul eder, kimilerimiz ise yine aynı nedenle, yani yaşamın sınırlı olması nedeniyle bu sürenin daha değerli olduğunu ve daha büyük anlamlar kazandığını düşünür.
Etrafımızda var olan olumlu olumsuz her şeye rağmen yaşamak, şimdi ve burada olmak çok kıymetli bir mucize ve büyük bir armağan bence. Bu cevherden şahane bir mücevher mi çıkaracağımız yoksa sıradan bir süs eşyası mı çıkaracağımız ise tamamen bize bağlı.
Belki de içinizden bazıları bu söylediklerimi çok iddialı ve yaşamımızda her şeyi kontrol edemediğimiz için gerçekçi bulmadı. Bunu nereden mi biliyorum? Danışmanlık yaptığım ya da eğitim verdiğim zamanlarda olur da konu buraya gelirse aldığım ilk tepkiler genelde bu şekilde olur da ondan. Bazen konu “aslında insanın seçim yapma özgürlüğünün olmadığı ve bunun bir yanılsamadan ibaret olduğuna” kadar uzar gider. O durumlarda “haklı olabilirsiniz, belki seçim yapma özgürlüğü bir yanılsamadan ibarettir” derim. Bir an önce ateşli bir şekilde tam tersini savunan birinin bir anda bu kadar çabuk değişmesi şok etkisi yaratır genelde. Hemen ardına şunları eklerim, “ama en azından ben, bu yanılsamada bilerek yanılmayı seçiyorum. Hiçbir şeyin kontrolümde olmadığı bir gerçekse bile (ki buna inanmıyorum) umurumda değil, ben elimden geleni yapmak yaşadığım bu süreyi hem kendim hem de ulaşabildiğim kişiler için değerli kılmak adına bir şeyler yapmak istiyorum.” Bazen konu bu noktada sonlanır bazense itirazlar devam eder. Bilirim ki kati şekilde ‘belirlenimci’ olan birini bu konuda ikna etmek kolay değildir. Ayrıca bu noktada bir tercih ya da kabullenişten hareket etmenin ötesinde çok fazla seçeneğimiz de yoktur. Hangi yolu seçeceğimiz ise yine bize kalmıştır.
Farkında olalım ya da olmayalım bu konuda yapılan tercihin ya da kabullenişin yaşamımızın sorumluluğunu almak ve harekete geçmek konusunda çok büyük bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Çevremdekilerin bana kendileri hakkında anlattığı hikayeleri dinlediğimde, olayların, kişilerin, zaman ve mekanın değişmesine rağmen insanların çizginin iki ucu arasına gidip geldiğini hissederim. Çizginin bir ucunda olanlar hep bir şeyleri yapmayı çok istediğini ancak bunlar için gerekli desteğe, yönlendirmeye, kaynağa sahip olmadıkları (aslında olmadığına inandıkları) için sadece hayal kuran veya arzulayan ve hiçbir eyleme geçmeyen (eylenen), genelde mutsuz ve tatmin olmamış insanlar vardır. Harekete geçmeyip bekledikleri ve hep bir yerde durdukları için, eğlenenler (eylenenler) diye adlandırıyorum bu gruptaki kişileri. Diğer tarafında ise ne istediklerini bilen, kendisine hedef koyan ve buna ulaşmak için çaba harcayan insanlar vardır. Bu gruba da sürekli bir şeyler yapmak, üretmek, geliştirmek için hareket ettiklerinden eyleyenler demeyi tercih ediyorum.
Çizginin hiçbir şey yapmayanlar yani eğ(y)lenenler tarafında olanların hikayeleri bana hep fazla kasvetli ve işin aslı sıkıcı gelir. Sonu zaten baştan bellidir. Hatta bazen hikayede büyük sürpriz bile olsa yavan gelir. Tatsız tuzsuz. Alın terinin, emeğin tuzu; sevincin ve mutluluğun tadı yoktur. Bu hikayelerin sahipleri hayatlarında bir şeylerin eksikliğinin farkındadır da neyin eksik olduğunu bir türlü bulamaz. Kendileri ile ilgili anlattıkları hikaye genelde hayalden ibarettir. Bu çizgide kalmanın en önemli nedenlerinden biri, ertelemeyi alışkanlık haline getirmiş olmaktır. Harekete geçmek için daha uygun ve doğru bir zamanı beklerken pek çok fırsatı kaybettiklerini çok geç fark ederler. Hikayelerinde hep, “çok istedim ama zamanım, imkanım, ….. olmadı” mazeretlerini sıralayıp dururlar. Bu çizgideki insanların bir kısmının benliklerinin derininde bir yerde kendisini harekete geçmekten alı koyan korkuları vardır ve bunun farkında bile olmaz. Fark etmiş olsalar da risk almak istemez. Kaybedeceklerinin, kazanacaklarından daha büyük olacağını düşünür ve harekete geçmezler. Böylece ömür denilen o güzelim cevherden mücevher oluşturma şansını ellerinin tersi ile iterler. Kaybetmenin pişmanlığını yaşamamak için harekete geçmemenin sonucunda daha büyük bir pişmanlığın pençesine düşerler.
Diğer çizgide, eyleyenler tarafında olanlar için ise durum daha karmaşıktır aslında. Çünkü burada en acısından en tatlısına hayatın hemen hemen her tadını bulmak mümkündür. Tam da bu çeşitliliktir bu çizgide bulunmayı değerli kılan. Maalesef burada bulunmak her zaman başarıyı getirmez ama gerçek olan şu ki başaranlar hep bu çizgideki insanlar arasından çıkar. Ve aslında bu çizgideki insanlar kaybetmezler, en kötü ihtimalle eylemlerinin sonucunda hedefledikleri mesafeden geçici olarak uzakta bir yerde kalırlar. Ama eylemlerini değiştirerek hedeflerine doğru ilerlemeye devam ederlerse istedikleri noktaya ya da çok yakınına erişeceklerdir. Zaman zaman cevherlerini düşürdükleri, bir yerlere çarptıkları hatta kırdıkları da olmuştur. Ama cevherin yeni haline bakıp oradan daha da büyük ve hikayesi olan özel bir mücevher çıkarabilirler. Bizlere iletilen tüm başarı hikayeleri bu çizgideki insanlara aittir. Onlar için önemli olan, hikayelerinin büyük olması, mucizeler içermesi değil yaşadıklarının hayatlarını daha anlamlı hale getirmesidir.
Peki bizler ne yapıyoruz? Hangi çizgide bulunmayı seçiyoruz? Çevremizdekiler genelde hangi çizgideler? Biraz durup düşünmek gerek. Gelecekte, şu anki olanak ya da koşullarımızın aynısına ya da daha iyisine sahip olup olamayacağımızdan emin olabilir miyiz?
Yarının ne getireceğini bilemem, umarım bu günden daha güzel olur. Ama yarının daha güzel olmasını hayal etmek yerine, bugünü daha güzel ve anlamlı hale getirebilirim ve bu sayede yarının daha da iyi olmasını sağlayabilecek adım atmayı tercih ederim. Her şey istediğim, hedeflediğim gibi olursa ne güzel! Ama istediğim gibi olmazsa ne kaybederim ki en azından yaşadıklarımdan öğrendiklerim sayesinde bir sonraki seferde neyi daha iyi yapmam gerektiğini tecrübe etmiş olurum. Keşke şunu yapsaydım diyerek pişmanlık yaşamak yerine, ulaşmak istediğim hedeflerim için elimden geleni yapmış olmanın huzurunu yaşarım.
Şimdi hikaye konusuna tekrar dönersek ben anılardan oluşan hikayeleri dinlemeyi ve anlatmayı severim, ama itiraf etmeliyim ki hayallerin anılarla birleştiği hikayeleri dinlemeyi ve anlatmayı daha çok severim.
Peki ya siz? Çizginin eyleyen mi eylenen tarafında mı olmak istersiniz? Ne tür hikayeleri dinlemek ve anlatmak istersiniz?