Kim olduğumuz konusu gerçekten önemlidir. Çünkü kim olduğumuzu ve ne istediğimizi bilmezsek tüm enerjimizi, kendimize uygun olmayan bir hayatta başkalarının beklentilerini yerine getirmek ve tatsız tuzsuz işleri yapmak için harcarız. Gerçekten yaşamayı bir yana bırakıp, var olmak yerine can sıkıntısıyla sabahları kalkar, rutin görevleri yerine getirir, işe gider, eve gelir, yemek yer, televizyon izler, para ve iş vb. konularda endişelenmeye devam ederiz. Bu döngü, her gün, her hafta, her ay ve her yıl devam eder gider.
Eğer günlük ve rutin işler yapmak, bunun sonucunda da herhangi bir varlık gibi yaşamak ya da sadece güvenlik içinde yaşamak hayatımızın anlamı haline gelmişse, büyük ihtimalle hayatımızın bir amacı yok demektir. Eğer bir amacımız yoksa tutkumuz da yok demektir. Tutkumuz yoksa kendimizi başkalarının kullanımına teslim etmişiz demektir. Oysa biz bu dünyada belirli görevleri yerine getirebilecek şekilde donatılmış bireyleriz. Bu görevlerin ne olduğunu bulmaktan ve onu anlamaktan kaçınırsak, aklımızı, bedenimizi ve ruhumuzu israf etmiş oluruz.
Amaçlarımızı, görevlerimizi bulmak kolay bir yolculuk değil elbette. Aradığımız şey somut ölçütler içermediğinden de bulup bulmadığımızdan öyle kolayca emin olamayız. Üstelik çok bilindik o “her arayan bulamaz ama bulanlar arayanlardır” sözünde olduğu gibi, bu yolculukta hedefe ulaşacağımızın garantisi de yok. Ama her şeye rağmen durağan su gibi eninde sonunda bulanık hale gelip yosun tutmak yerine akan su gibi berrak ve serin olmak için öncelikle kendimizi daha iyi tanıma ve amaçlarımızı keşfetmek için arayışta olmamız gerek.
Bu yüzden ‘kendini tanı’ insanlık tarihinin en önemli öğütlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Öyle ki Yunan mitolojik tanrılarından biri olan Apollon’a yakarıda bulunan ya da özellikle önemli bir konuda karar vermeden önce kehanetle geleceğini öğrenmek isteyen herkes, antik çağın en önemli kehanet merkezi olan Delphi Tapınağına girmeden önce tapınak girişindeki ‘kendini bil’ yazısının altından geçmek zorunda kalır. Belki de isteğini, arzusunu söylemeden önce bir kez daha kendi gerçekliğini düşünmesi için özellikle tapınağın girişine yazmışlardır bu yazıyı.
Benzer şekilde milattan önce altıncı yüzyılda yaşayan ve Taoizmin kurucusu olarak kabul edilen Çinli düşünür Lao Tzi’nin ‘Başkalarını bilmek bilgeliktir, kendinizi bilmek ise aydınlanmadır’ sözü de bize daha anlamlı bir yaşam için kendini bilmenin önemini hatırlatır tekrar ve tekrar. ‘Kendini bilen rabbini bilir’ hadisi; Yunus Emre’nin ‘ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, /Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır?’ dizeleri de bizim tarihi ve dini kaynaklarımızda ‘kendini bilmenin’ önemini oldukça net bir şekilde açıklamaktadır.
Kendini bilmek/tanımak, insanlık tarihinin en önemli ve en çok tekrarlanan öğütlerinden biri olmasına ve günlük yaşamımızda “kim olduğumu bildireceğim onlara” gibi cümlelerle sık sık kullanmamıza rağmen gerçekten kim olduğumuz hakkında yeterli bilgi ve anlayışa sahip olduğumuz söylenebilir mi? Psikologlardan filozoflara, sanatçılardan teolog ve politikacılara kadar pek çok farklı meslek grubundan insan, ‘Ben kimim?’ sorusuna cevap bularak insanın kendisini tanımlamasını sağlayabilmeyi amaçlamaktadır. Ancak bu öylesine zor bir soru ki herkesin hem fikir kaldığı bir cevaba ulaşabilmiş değiliz henüz.
Bu soruya herkes tarafından kabul edilebilen bir cevap bulmayı zor kılan nedenlerden biri kimliğin sürekliliğidir. Biz, yaşamımızın hangi döneminde kendimiziz? Yani bundan 1 yıl önceki halimiz mi, bu günkü halimiz mi, yoksa gelecekteki halimiz mi, bizi tam olarak tarif eder? Bu soruya öyle kolay cevap veremeyiz. Konuyu biraz daha açık hale getirmek için Yunan tarihçi Plutarkhos’un (MS 60 -120) aktardığı ve Thomas Hobbes (1588-1679) tarafından tartışılan ‘Theseus’un gemisi” paradoksunu bilmek faydalı olacaktır.
Plutarkhos’un aktardığı Yunan efsanesine göre, Atina’nın efsanevi kurucusu Theseus, Girit Adasında yaşayan yarı insan yarı boğa olan Minotor’u tek başına öldürüp bir gemi ile Atina’ya döner. Bu kahramanca zaferi onurlandırmak için Atinalılar 1000 yıl boyunca bu gemiyi titizlikle limanda tutup her yıl Theseus’un yolculuğunu tekrar eder. Theseus’un gemisi de yıllar içinde bakım yapıldıkça tahtaları birer birer değiştirilir. Öyle ki bir gün geminin değiştirilmedik hiçbir parçası kalmaz. İşte paradoks burada başlar.
Tüm parçaları birer değiştirilen gemi hala Theseus’un gemisi sayılır mı, yoksa başka bir gemi haline mi gelir? Bu soruya Herakleitos gibi aynı nehirde iki kez yıkanamayacağını düşünenlerimiz net bir şekilde cevap verecek ve “gemi her günün ertesinde zaten başka bir gemidir” diyecektir. Ama bazılarımız ise geminin görünüşü, tasarımı, yapıldığı malzemeler, yapılış amacı ve tarihi gibi etmenleri göz önünde bulundurarak değerlendirmede bulunacak ve “gemi hala aynı gemidir” diyecektir.
Tüm değişikliklere rağmen geminin Theseus’un gemisi olduğunu söyleyenlerimize karşı içimizden birileri ilave şu soruyu sorabilir kolaylıkla; “Yıllar içinde çıkarılan tüm parçalar kullanılarak Theseus’un gemisinin benzeri ikinci bir gemi yapılsa, bu Theseus’un gemisi olur mu? Ya da bu iki gemiden hangisi Theseus’un gerçek gemisidir?” Şüphesiz her birimiz farklı bir görüşü savunabilir ancak hangi fikri seçersek karşı tarafta bulunanlarımız tarafından eleştirilebilecek noktalar bulunmaktadır.
Bu paradoksta yer alan gemi benzetmesinden yola çıkarak, vücudumuzun her an doğal olarak yenilendiği ve hatta günümüzde kasten yapılan müdahaleleri göz önünde bulundurursak, bedenimizin hangi halini kendimiz olarak ifade edebiliriz? Ya da düşünce ve duygularımızdaki değişimleri düşündüğümüzde zaman zaman birbirinden çok farklı hatta birbiri ile çelişen duygu ve düşüncelere sahipken hangi duygu ve düşünce halindeki durumumuzu kendimiz olarak kabul edilebiliriz? Fiziksel bedenimiz mi? Duygularımız mı? Düşüncelerimiz mi? Yoksa davranışlarımız mı? Hangi boyutumuzu kendimiz olarak ifade edebiliriz?
Ben kimim? sorusuna felsefi açıdan cevap vermek için düşüncenin uçsuz bucaksız dehlizlerinde gezinmek kimilerimiz için keyifli ve anlamlı bir yolculuk olabilir. Bununla birlikte kimilerimiz ise bu felsefi dehlizlerde dolanmadan kendini tanıma çabası içine girebilir. Böylece kendimize ve yeteneklerimize yönelik hatalı algılarımız nedeniyle yanlış seçimler yollara sapmadan; Eğitim ve öğretimde (Ne üzerine öğrenim yapmalıyım? ) İş seçiminde (Hangi mesleği seçmeliyim ?) Evlilikte (nasıl bir kişi ile mutlu olurum?) Geleceğimiz hakkında ne zaman önemli bir karar verme zorunluluğu ile karşılaşsak seçim yapmak zorluğunu en aza indirgeyip kendimize uygun doğru tercihler yapmayı isteyebiliriz. Kendimizi bilmeye yönelik merakımız o kadar yoğun ki -her ne kadar hemen hemen hepsi tartışmalı da olsa- bu amaçla pek çok bilimsel çalışma sonrasında kişilik analiz yöntemleri ve testler geliştirilmiş durumdadır. Tabi bu ilgi günümüzün teknolojileri ile birleşince internette 5 soruda kim olduğumuzu bilip bize söyleyen, fotoğraflarda gördüklerimizle bizi bize anlatan uygulamalar, paylaşımlara ulaşmak çok kolay. Pek çoğumuz bu uygulamaları merak ya da başka bir motivasyonla incelemiştir. Keşke kendimizi tanımamız bu testleri ve uygulamaları çözmek kadar kolay olsaydı.
Daha önce de söylediğimiz gibi, kendini tanımaya çalışma bir yolculuk bir arayış aslında. Menzile ulaşabilir miyiz? Bilinmez! Menzile ulaşmaktansa “yolda olmak” daha değerli olabilir. Bu yolculuk hep bir iç muhasebesini gerektirir. Tıpkı Sokrates’in “sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez” dediği gibi. Peki kendimizi daha iyi tanıyabilmek için ne yapmalıyız? Sokrates’in dediği gibi kendimizi sorgulamalıyız. Gülten Akın’ın “Ötekini oku, derinde dipte duranı” dizesinde olduğu gibi kendimizi ve ötekini okumaya çalışmamız gerekli.
Kendimizi okumamızı kolaylaştırmak için, sorular sorup cevap aramak iyi bir yol olabilir. En azından başlangıç aşamasında! Aşağıda yer alan sorulara vereceğimiz cevaplar bizim kendi hikayemizi yazmamızı, kendimizi tanımak için biraz daha yol almamızı sağlayabilir. Bu soruların cevaplarını bir deftere ya da bilgisayarda yazarsak üzerine eklemeler yaparak yaşam hikayemizi güncel tutabiliriz.
Günlerimizi değiştiremeyeceğimiz ya da sonu olmayan pek çok şeyi düşünmekle geçirirken, hiç olmazsa 2-3 saatimizi kendimizi düşünmek için geçirmek hepimize iyi gelecektir. Bu sayede kendimize özgü bir yaşam, yani akılla, sezgiyle, iyi ve güzel bir biçimde yapılan eylemlerden oluşan bir yaşam kurma şansı elde edebiliriz.
Bütün kalbimizle ve bilinçli bir şekilde kendimiz olarak yaşamak ve düşündüğünüz şeyleri yapmak için harekete geçebiliriz. Çevremizdeki herkese değer katmak için hayatımızın kontrolünü tekrar ele geçirebiliriz. İşte kendimizi tanıma yolculuğunda hikayemizi yazmak için kendimize sorabileceğimiz başlangıç soruları (bu soruların cevaplarını yazmadıkça eksik parçaları ve fazlalıkları fark etme şansımız oldukça azalır):
-
Nerede ve ne zaman doğdunuz?
-
Ailedeki diğer bireylerle ilişkiniz nasıldı?
-
Ebeveynleriniz ne iş yapıyordu?
-
Dini inançlarınız nelerdir?
-
İlkokul hayatınız hakkında neleri hatırlıyorsunuz?
-
Ortaokul hayatınız hakkında neleri hatırlıyorsunuz?
-
Lise hayatınız hakkında neleri hatırlıyorsunuz?
-
Üniversite hayatınız hakkında neleri hatırlıyorsunuz?
-
Okul yaşamınızdaki arkadaşlarınız kimlerdi?
-
Onlarla ilişkileriniz nasıldı?
-
Hangi gruplarla iyi geçinir, hangileri ile mesafeli durur / tartışırdınız?
-
Yaşamınızı şekillendiren çarpıcı bir şey oldu mu?
-
Öğretmenleriniz ya da size yol gösteren, akıl danıştığınız özel herhangi birini anımsıyor musunuz? Kim? Neden?
-
Lise-ortaokuldayken ne olmayı isterdiniz?
-
Okul yaşantılarınızda ne öğrendiniz?
-
İlk işiniz neydi?
-
İlk patronunuz ve çalışma ortamınızdaki arkadaşlarınız nasıl kişilerdi?
-
İlişkileriniz nasıldı?
-
Nasıl ve neden iş değiştirdiniz?
-
Sonraki işleriniz nelerdi?
-
Sonraki iş yerlerinizdeki patronunuz ve çalışma ortamınızdaki arkadaşlarınız nasıl kişilerdi?
-
İlişkileriniz nasıldı? İnsanlarla iletişim kurmayı birlikte çalışmayı, yönetmeyi nasıl öğrendiniz?
-
Sizin için önemli olan kişi/kişilerle nerede nasıl tanıştınız? (eşiniz, arkadaşınız vb.)
-
Eğlenmek için ne yapıyorsunuz?
-
Sizin için tutku yaratan şeyler nelerdir?
-
Hayatınızda ulaşmak istediğiniz yer neresidir?
-
Bunun sizin için değeri ve önemi nedir?
-
Eğer para/iş/ aile için kaygılanıyor olmasaydınız kariyerinizde ne yapıyor olmak isterdiniz?
-
Bugüne kadar hayatınızdaki en parlak anınız hangisiydi?
-
Bunu özel kılan şeyler nelerdi? Hangi beceri / yeteneklerinizin üzerinde çalışmayı istiyorsunuz?
-
Hangi yeteneklerinizi geliştirmek istiyorsunuz?
-
Bundan sizi geri tutan şey nedir?
-
Bugüne kadar yaşamdan neler öğrendiniz?
-
Amaçlarınız nelerdir? Korkularınız nelerdir?
-
Güçlü yönleriniz nelerdir?
Soruları arttırmak mümkün ama başlangıçta bu kadarı yeterli. Pek çok defa zihnimizden uçarak geçen konular hakkında yazarken normalde çok fark etmediğimiz pek çok önemli noktayı hatırlayabiliriz. Bunlar bizim gelişimimiz için kritik noktalar olabilir.
Yaşadıklarımızı ve deneyimlerimizi, sürekli pişmanlık duymak ya da övünmek için bir araç olarak kullanmanın ötesinde daha anlamlı bir hayat oluşturabilmek için olanaklar dünyasına açılan bir kapı olarak da değerlendirebiliriz. Elbette bu kapıdan geçip geçmeme kararı ve bunun sonuçlarına katlanma sorumluluğu kendimize aittir. Neyi istiyoruz? Kendi hayatımızı yaşamayı, kendi hikâyemizi yazmayı mı? Bize tarif edilen şablonlarla yaşamayı ve kendi hikâyelerimizi okuduğumuzda bile kendimizi göremediğimiz hikâyelerin parçası olmayı mı?